İSTANBUL’UN FETHİ BİR MEDENİYET VE SİSTEMİN ZAFERİDİR! İstanbul’un Türkler tarafından fethi dünya tarihi açısından önemli bir yere sahiptir. İstanbul’un fethini sadece bir şehrin el değiştirmesi olarak sınırlı bir bakış açısına tabi tutmak yerine, fethi hazırlayan etmenleri ve sonrasında doğurduğu sonuçları kapsayan geniş bir çerçevede değerlendirmek gerekir. İstanbul’un fethi, savaşı kazanan Osmanlı Devleti’nin genişleme ve büyüme bakımından daha hızlı bir sürece girmesi, kaybeden taraf açısından ise yüzyıllardır devam ede gelen bir sistemin sona ermesi anlamına gelmektedir. Yani İstanbul’da yeni bir sitemin hayat bulması ve mevcut bir sistemin çökmesini aynı zaman diliminde buluşturan fetih hadisesinin özü, Bizans’ın köhnemiş iktisadi ve sosyal yapısına karşı Osmanlı’nın güven, adalet ve hoşgörü esası üzerine bina ettiği sosyal ve iktisadi yapının üstün gelmesidir. Osmanlı Devleti’nin İstanbul’u fethedebilmesini maddi boyutu ile mümkün kılınsa, Bizans’ın İstanbul’u çok korunaklı bir şekilde elinde tutmasını sağlayan surları yıkacak büyük topları dökebilen teknolojik atılımı yapmasıdır. Aslında uzun vadede değerlendirildiğinde bu yeni teknolojik atılım, ileride Avrupa’nın da kaderini değiştirecek bir niteliğe sahiptir. Zira Avrupa’nın modern zamana geçiş yapmasında Rönesans ve Reform sürecinin yanında feodal şatoların yıkılabilmesine bu yeni teknolojik atılımın verdiği katkı gözden uzak tutulmamalıdır. Bu nedenle İstanbul’un fethi dünya tarihi açısından da önemli sonuçlar doğurmuştur. İstanbul’un fethi büyük bir askeri zafer olmanın yanında büyük bir medeniyet ve sistem zaferidir. Zira o dönemin şartlarında Osmanlı Devleti ve Avrupa arasında maddi ve manevi güç açısından bir mukayese yapıldığında, Avrupa’nın dört beş kat daha ileri düzeyde olduğu gözükecektir. Ancak sosyal ve iktisadi gelişmişliğini teknolojik yenilikle birleştirerek fethin yapılacağına imanı/inancı tam olan insan gücüyle buluşturan Osmanlı Devleti, İstanbul’u fethederek yeni bir dönemin kapılarını aralamıştır. Osmanlı Devleti bu fetihle Avrupa’ya doğru 400 sene genişleme imkânı bulmuş ve ayrıca Karadeniz’i de kendi topraklarının bir iç denizi haline getirmiştir. Osmanlı Devleti’nin fetihten sonra ilk işi, İstanbul’un kendi içine kapanarak var olma mücadelesi veren bir şehir görüntüsünden kurtulmasına yönelik olarak yeni bir imar, iskân ve inşa sürecine girmesini sağlamak olmuştur. Şehirde azalan nüfusun nitelikli bir mahiyette çoğaltılması için yeni nüfus akışını sağlayacak teşviklere başvurulmuştur. Bu kapsamda han, kervansaray, bedesten, saraçhane gibi yeni mekânlar yapılmış, aynı zamanda çeşitli zanaat dallarının icra edilmesi için de yüzlerce atölye ve dükkân hazırlanarak hem iktisadi boyutu ile insan gücünün istihdam edilmesine hem sosyal ve kültürel hayatın canlanmasına hem de İstanbul’un Türk-İslam medeniyeti çerçevesinde yeni bir kimlik kazanma sürecine girmesi sağlamıştır. Bu çalışmalarla İstanbul mal ve hizmet üretiminde gözle görülür bir ivme kazanmıştır. Bu gelişmelere paralel olarak İtalyan şehir devletlerinin Rumeli’de kurduğu sömürgeci feodal düzene de karşı olan Osmanlı Devleti, onların oradaki nüfuzlarını kırarak İstanbul’u büyük pazar haline getirmeyi başarmıştır. Sonuçta Osmanlı Devlet’i, Latin- Katolik sömürgeci zihniyetin tam tersine sosyal adaleti merkeze alan, emek ve sermaye işbirliğini sağlayan, teşebbüslerin önünü açan uygulamaları sonucunda nüfusunu 40 binin altında devraldığı İstanbul’u, bir asır sonra nüfusu 500 bine ulaşan bir dünya metropolü haline getirmiştir. İstanbul’un fethi ile adeta iç denize dönüşen Karadeniz’i de ticari açıdan çok iyi değerlendiren Osmanlı Devleti, karada olduğu kadar denizde de gemisi, tüccarı ve tayfaları ile varlığını her yönden devam ettiren bir gelişmeyi sağlamıştır. Osmanlı Devleti’nin kurmuş olduğu bu sistemin ne kadar sağlam olduğunu anlamak için Avrupa’nın 1700’lerden sonra ilerleme sürecine girip tüm enerjisi ile yüklenmesine rağmen Osmanlı Devleti’ni, ancak üç yüz yıl süren bir mücadeleden sonra Avrupa’dan geri çekilmek zorunda bıraktığını görmek yeterlidir. Ancak görünüşteki geri çekilmeye rağmen günümüzde halen medeniyet ve kültür olarak Avrupa’da olduğumuz gönül coğrafyamıza bağlı balkan halkları ile girdiğimiz sosyal ve kültürel ilişki ağlarımızla rahatlıkla tespit edilebilmektedir. Tüm bunlar Türklerin İstanbul’un fethi ile başlayan süreçle Avrupa içlerine doğru ilerleyişinin sadece askeri imkânlarla değil gönüllere hitap eden bir medeniyet ve sistem marifeti ile gerçekleştiğini ortaya koymaktadır. İstanbul’un, Türkler tarafından fethi yalnızca tarihin belirli bir döneminde çağ açıp çağ kapanmasına sebep olan önemli bir hadise olduğu için değil aynı zamanda günümüzü anlamak ve anlamlandırmak bakımından da mühimdir. Avrupa ülkeleri yüzlerce yıl geçmesine rağmen Türklerin kazandığı bu zaferi halen hazmedememiştir. Bu yenilmişlik psikolojinin etkisiyle her geçen gün sahneye koyulan politik oyunlarla Türkiye üç tarafı denizlerle çevrili olmasına rağmen bir kara devleti haline çevrilmeye çalışılmaktadır. Türkiye’nin, Ayasofya’yı yeniden ibadete açması, boğazlar üzerindeki egemenlik hakları noktasında net duruşu ve Akdeniz’de attığı kararlı adımlar, bu oyunları ters yüz etme iradesinin bir sonucudur. Kısacası İstanbul’un Türkler tarafından fethedilmesi, bir medeniyetin ve sistemin zaferidir. Avrupa’nın farkında olduğu bu husus dikkate alınarak idrak edilecek “İstanbul’un Fetih” hadisesi, Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceğe daha emin adımlarla yürümesini sağlayacaktır. MUSTAFA GÜÇLÜ ANADOLU-SEN KONFEDERASYONU GENEL BAŞKANI
Adınız Soyadınız
E-Posta
Girilecek rakam : 634074
Lütfen yukarıdaki rakamları yazınız.