GİRİŞ Türk tarihinde, cumhuriyet rejiminin ilan edilişinin yüzüncü yılına bir kala, ülkemizin demokratik olgunluğunu değerlendirdiğimizde, üzerinde durulması gereken önemli konular olduğunu görmekteyiz. İlk önce cevaplanması gereken soru şudur: Cumhuriyet kavramını anlamlandırmaya çalıştığımızda, kamu işlerinde hakimiyet anlayışının halka dayalı milli iradeyle mi yürütüldüğü yoksa çeşitli seçim kanunları ve seçim sitemleri aracılığıyla inşa edilen siyasi bir yapıda, hâkimiyet hakkının cumhur içinden seçilen ve ben yaptım oldu mantığı ile hareket eden siyasi seçkinlerce mi kullanıldığıdır? Bu sorulara yönelik olarak derinlemesine yapılacak bir tahlil yüzüncü yılına doğru giden cumhuriyetimizin ahvali hakkında sağlıklı bir değerlendirme yapabilecek verileri bize sunacaktır. Bu soruların cevabının uzun bir tahlil gerektirdiğini belirterek, biz makalemizde Türkiye’de cumhuriyetin ilanına nasıl bir süreçte gelindiğini ve bugünlere nasıl varıldığını ana noktaları ile ele alarak, cumhuriyetimiz gelişimi bakımından gelecekle ilgili beklentilerimizin neler olduğunu ortaya koymaya çalışacağız. YENİ BİR BAŞLANGIÇ Anadolu coğrafyası üzerinde Osmanlı Devleti’nin mirası üzerine kurulan yeni Türk Devleti’nin, ilk iş olarak cumhuriyeti ilan etmesi, daha en baştan devletin üst yapısında yönetim açısından çok büyük felsefi dönüşümü planlayarak hareket ettiğini göstermektedir. Bu hamlenin sadece bir yönetim tarzı değişikliği değil, aynı zamanda yeni bir toplum yapısının inşasına yönelmenin ilk adımlarından biri olduğu, saltanatın ve peşi sıra hilafetin kaldırılması ile daha iyi anlaşılmıştır. Daha sonra iktisadi, sosyal ve kültürel alanda gerçekleştirilen inkılâpların, devrimlerin birbirini izleyerek devam etmesi, Osmanlı bakiyesi üzerine yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucu iradesinin, yeni bir paradigmaya dayanarak hareket ettiğini ortaya koymaktadır. İşte Cumhuriyetin ilanı bu süreçteki en önemli adımlardan biri olmuştur. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ilk Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk’ün yazdığı Nutuk adlı esere bakıldığında ve dünden bugüne gelinen süreç gözlemlendiğinde Cumhuriyetin birey, toplum ve devlet ilişkisini millet ve devletin kucaklaşması zeminine oturtulması gayretleri çerçevesinde sadece bir yönetim biçimi olarak algılamanın fevkinde yeni bir toplumsal örgütlenişin hareket noktası olarak merkeze alındığı ifade edilmelidir. Aslında ifade edilen bu zihni değişim sürecinin alt yapısının 1876 tarihinde Osmanlı Kanun-ı Esâsîsi’ne dayanarak kurulan ve halkoylarıyla ilk defa oluşturulan Osmanlı Meclis-i Mebusanı’n açılması ile başladığı dikkate alınırsa, Cumhuriyetin süreç içerisinde zamana ve mekânın şartlarına göre ana çerçevesini yenileyen ve kendini yeniden üretmesini bilen bir canlı organizma olduğu anlaşılmaktadır ki günümüzde yapılan güçlendirilmiş parlamenter sistem ve başkanlık sistemi tartışmalarını da bu çerçevede değerlendirmek mümkündür. CUMHURİYETİN YOL SEYRİNDEKİ KAZALAR… Belki de cumhuru merkeze alarak yeni bir ulus inşa etme, yeni bir toplumsal örgütleniş parolası ile yola çıkan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin en büyük yol kazası, devletin egemenlik gücünü elinde tutan devlet seçkinlerinin dönüştürmeye çalıştığı cumhur ile bağlarının kopuk olması olmuştur. Bu kopukluğun zamanla aydın ve millet arasında kültürel ikizleşmeye dönüşerek tezahür etmesi, devlet ve millet kucaklaşması arasına perde çeker mahiyete dönüşmüş ve bu durum tek parti döneminden çok partili döneme geçilmesi ile birlikte kırılır gibi olmuş ancak bu seferde Türk siyaset sınıfının partitokratik yapı içerisinde öğütülerek suskunluğa mahkûm edildiği ve böylece ülkemizde “kaht-ı ricâl” sıkıntısının vücut bulduğu bir siyasal iklim oluşmuştur. Böylece parlamenter sistemin bir pratiği olan parti menfaatlerini koruma uğruna milletin iradesini temsil için seçilen milletvekilleri asli varlık olmaktan ziyade partisin çıkarını düşünen, yeniden vekil seçilme uğruna parti genel başkanına biat etmek zorunda kalan gölge varlık durumuna düşmüştür. Neticede cumhuriyetin siyasal, iktisadi, sosyal ve kültürel hayata dair uygulamaya geçirmeye tasarladığı zihniyet değişiminin Türk parlamenter sistemiyle geldiği nokta çıkmaz bir sokağa dönüşmüş ve tıkanmıştır. Bugün siyaset yapma işini sadece siyasi partilerin tekeline veren, sivil toplumu bu tekelin dişleri arasında öğüten bir siyasi kültürün, siyaseti bir ikna etme sanatı eksenine çekmesi ve siyasal toplumsallaşmayı sağlıklı bir mahiyette sağlaması mümkün değildir. Her ne kadar ülkemizde bu noktadan olumluya doğru akan bir süreç var gibi gözükse de maalesef ki mevcut reel siyaset anlayışı ağırlıklı olarak tarifi yapılan negatif mecrada akmaktadır. Siyasetin toplum nazarındaki bu olumsuz imajının silinerek, sivilliği de ön planda tutan bir medeni siyasi kültür ve üslubun inşa edilebilme imkânı ancak cumhuriyetin sunduğu imkânlarla inşa edilebilecek demokratik hukuk devleti çerçevesinin hâkim olduğu bir toplumsal yapıda mümkündür. YENİ BİR ÇIKIŞA KAPI ARALAMA GAYRETLERİ… Türkiye’de siyasi sistem tartışmalarının güçlendirilmiş parlamenter sistem ve başkanlık sitemi üzerinde yoğunlaşmasından sonra ülkemiz milletin verdiği kararla başkanlık sistemine geçmiştir. Yeni siyasi sistem toplumsal ilişkileri düzenlerken toplumsal dokuya uyumlu adımlar atmaya gayret etmelidir. Zira ülke yönetiminde istikrarlı bir siyasi hayata geçilmesi için başkanlık sistemiyle atılan yeni adımın altının dikkatle doldurulmaması neticesinde hiç hesap edilmeyen sağlıksız sonuçlarla karşılaşılabileceği hiç akıldan çıkarılmamalıdır. Bu nedenle, Anadolu coğrafyasında kurulan en son Türk Devletinin en büyük kazanımı olan cumhuriyetimizi koruyup geliştirmek adına atılacak her yeni adımın merkezinde hukukun ve siyasi etiğin ön planda tutulduğu bir zihniyetle yapılmasına refakat etmek her Türk vatandaşının önemli vatandaşlık görevidir. YENİ BİR ANAYASA 12 Eylül zihniyetinin ürünü olan 82 Anayasanın toplumsal hayatımızın üzerinde bir hayalet gibi gezindiği günümüzde, Cumhuriyetin ilanının yüzüncü yılına yaklaşıyoruz. Cumhuriyetimizin yönetilebilirliğinin artırılması adına sivil bir ruhla yeni bir anayasa hazırlanması gereklidir. Özgürlük, güven ve refah dengesi üzerine kurulu, bu değerlerin hiç birini diğerine feda etmeyen bir anlayışla hazırlanacak bir yeni anayasa toplum yapımızı siyasi, sosyal, iktisadi ve kültürel bakımından bir bütünlük içinde sarıp sarmalayarak geleceğe taşıyacaktır. Bu noktadan hareketle denilebilir ki insanı yaşat ki devlet yaşasın ilkesinden hareketle insanın merkezinde konumlanmadığı bir devlet yapılanması sağlamlaştırılırken vatandaşının duygu ve düşünce dünyasında soyutlanmış anlayıştan uzaklaşılmalıdır. Yani devletin hedef ve değerleri ile vatandaşlarının hayattan beklentileri ve idealleri arasında mutlaka bir bağlantı kurulmalıdır. Bu bağlantının ana esaslarını ve çerçevesini çizen metin ise anayasa olmalıdır. SON SÖZ OLARAK… Bugün zor ve çetin bir süreçten geçen Türkiye’nin, tüm engelleri aşarak tarih sahnesindeki kutlu yoluna devam edebilmesi, Türk Milletinin değerlerine dayanan bir yönetim felsefesi ile politika üreterek bölgesinde ve dünyada söz ve eylem bütünlüğü içinde hareket etmesine bağlıdır. Türk toplumunun medeniyet tasavvurunun, insanların birbirinden bağımsız ve birbiriyle mücadele eden değil, karşılıklı bağımlılık ve yardımlaşma üzerine inşa edilen bir zihin yapısına dayandığı dikkati alındığında, umudumuz ve beklentimiz Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin milletiyle el ele vererek geleceğe emin adımlarla ilerleyeceği yönündedir.
GİRİŞ
Türk tarihinde, cumhuriyet rejiminin ilan edilişinin yüzüncü yılına bir kala, ülkemizin demokratik olgunluğunu değerlendirdiğimizde, üzerinde durulması gereken önemli konular olduğunu görmekteyiz. İlk önce cevaplanması gereken soru şudur: Cumhuriyet kavramını anlamlandırmaya çalıştığımızda, kamu işlerinde hakimiyet anlayışının halka dayalı milli iradeyle mi yürütüldüğü yoksa çeşitli seçim kanunları ve seçim sitemleri aracılığıyla inşa edilen siyasi bir yapıda, hâkimiyet hakkının cumhur içinden seçilen ve ben yaptım oldu mantığı ile hareket eden siyasi seçkinlerce mi kullanıldığıdır? Bu sorulara yönelik olarak derinlemesine yapılacak bir tahlil yüzüncü yılına doğru giden cumhuriyetimizin ahvali hakkında sağlıklı bir değerlendirme yapabilecek verileri bize sunacaktır. Bu soruların cevabının uzun bir tahlil gerektirdiğini belirterek, biz makalemizde Türkiye’de cumhuriyetin ilanına nasıl bir süreçte gelindiğini ve bugünlere nasıl varıldığını ana noktaları ile ele alarak, cumhuriyetimiz gelişimi bakımından gelecekle ilgili beklentilerimizin neler olduğunu ortaya koymaya çalışacağız.
YENİ BİR BAŞLANGIÇ
Anadolu coğrafyası üzerinde Osmanlı Devleti’nin mirası üzerine kurulan yeni Türk Devleti’nin, ilk iş olarak cumhuriyeti ilan etmesi, daha en baştan devletin üst yapısında yönetim açısından çok büyük felsefi dönüşümü planlayarak hareket ettiğini göstermektedir. Bu hamlenin sadece bir yönetim tarzı değişikliği değil, aynı zamanda yeni bir toplum yapısının inşasına yönelmenin ilk adımlarından biri olduğu, saltanatın ve peşi sıra hilafetin kaldırılması ile daha iyi anlaşılmıştır. Daha sonra iktisadi, sosyal ve kültürel alanda gerçekleştirilen inkılâpların, devrimlerin birbirini izleyerek devam etmesi, Osmanlı bakiyesi üzerine yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucu iradesinin, yeni bir paradigmaya dayanarak hareket ettiğini ortaya koymaktadır. İşte Cumhuriyetin ilanı bu süreçteki en önemli adımlardan biri olmuştur. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ilk Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk’ün yazdığı Nutuk adlı esere bakıldığında ve dünden bugüne gelinen süreç gözlemlendiğinde Cumhuriyetin birey, toplum ve devlet ilişkisini millet ve devletin kucaklaşması zeminine oturtulması gayretleri çerçevesinde sadece bir yönetim biçimi olarak algılamanın fevkinde yeni bir toplumsal örgütlenişin hareket noktası olarak merkeze alındığı ifade edilmelidir. Aslında ifade edilen bu zihni değişim sürecinin alt yapısının 1876 tarihinde Osmanlı Kanun-ı Esâsîsi’ne dayanarak kurulan ve halkoylarıyla ilk defa oluşturulan Osmanlı Meclis-i Mebusanı’n açılması ile başladığı dikkate alınırsa, Cumhuriyetin süreç içerisinde zamana ve mekânın şartlarına göre ana çerçevesini yenileyen ve kendini yeniden üretmesini bilen bir canlı organizma olduğu anlaşılmaktadır ki günümüzde yapılan güçlendirilmiş parlamenter sistem ve başkanlık sistemi tartışmalarını da bu çerçevede değerlendirmek mümkündür.
CUMHURİYETİN YOL SEYRİNDEKİ KAZALAR…
Belki de cumhuru merkeze alarak yeni bir ulus inşa etme, yeni bir toplumsal örgütleniş parolası ile yola çıkan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin en büyük yol kazası, devletin egemenlik gücünü elinde tutan devlet seçkinlerinin dönüştürmeye çalıştığı cumhur ile bağlarının kopuk olması olmuştur. Bu kopukluğun zamanla aydın ve millet arasında kültürel ikizleşmeye dönüşerek tezahür etmesi, devlet ve millet kucaklaşması arasına perde çeker mahiyete dönüşmüş ve bu durum tek parti döneminden çok partili döneme geçilmesi ile birlikte kırılır gibi olmuş ancak bu seferde Türk siyaset sınıfının partitokratik yapı içerisinde öğütülerek suskunluğa mahkûm edildiği ve böylece ülkemizde “kaht-ı ricâl” sıkıntısının vücut bulduğu bir siyasal iklim oluşmuştur. Böylece parlamenter sistemin bir pratiği olan parti menfaatlerini koruma uğruna milletin iradesini temsil için seçilen milletvekilleri asli varlık olmaktan ziyade partisin çıkarını düşünen, yeniden vekil seçilme uğruna parti genel başkanına biat etmek zorunda kalan gölge varlık durumuna düşmüştür. Neticede cumhuriyetin siyasal, iktisadi, sosyal ve kültürel hayata dair uygulamaya geçirmeye tasarladığı zihniyet değişiminin Türk parlamenter sistemiyle geldiği nokta çıkmaz bir sokağa dönüşmüş ve tıkanmıştır. Bugün siyaset yapma işini sadece siyasi partilerin tekeline veren, sivil toplumu bu tekelin dişleri arasında öğüten bir siyasi kültürün, siyaseti bir ikna etme sanatı eksenine çekmesi ve siyasal toplumsallaşmayı sağlıklı bir mahiyette sağlaması mümkün değildir. Her ne kadar ülkemizde bu noktadan olumluya doğru akan bir süreç var gibi gözükse de maalesef ki mevcut reel siyaset anlayışı ağırlıklı olarak tarifi yapılan negatif mecrada akmaktadır. Siyasetin toplum nazarındaki bu olumsuz imajının silinerek, sivilliği de ön planda tutan bir medeni siyasi kültür ve üslubun inşa edilebilme imkânı ancak cumhuriyetin sunduğu imkânlarla inşa edilebilecek demokratik hukuk devleti çerçevesinin hâkim olduğu bir toplumsal yapıda mümkündür.
YENİ BİR ÇIKIŞA KAPI ARALAMA GAYRETLERİ…
Türkiye’de siyasi sistem tartışmalarının güçlendirilmiş parlamenter sistem ve başkanlık sitemi üzerinde yoğunlaşmasından sonra ülkemiz milletin verdiği kararla başkanlık sistemine geçmiştir. Yeni siyasi sistem toplumsal ilişkileri düzenlerken toplumsal dokuya uyumlu adımlar atmaya gayret etmelidir. Zira ülke yönetiminde istikrarlı bir siyasi hayata geçilmesi için başkanlık sistemiyle atılan yeni adımın altının dikkatle doldurulmaması neticesinde hiç hesap edilmeyen sağlıksız sonuçlarla karşılaşılabileceği hiç akıldan çıkarılmamalıdır. Bu nedenle, Anadolu coğrafyasında kurulan en son Türk Devletinin en büyük kazanımı olan cumhuriyetimizi koruyup geliştirmek adına atılacak her yeni adımın merkezinde hukukun ve siyasi etiğin ön planda tutulduğu bir zihniyetle yapılmasına refakat etmek her Türk vatandaşının önemli vatandaşlık görevidir.
YENİ BİR ANAYASA
12 Eylül zihniyetinin ürünü olan 82 Anayasanın toplumsal hayatımızın üzerinde bir hayalet gibi gezindiği günümüzde, Cumhuriyetin ilanının yüzüncü yılına yaklaşıyoruz. Cumhuriyetimizin yönetilebilirliğinin artırılması adına sivil bir ruhla yeni bir anayasa hazırlanması gereklidir. Özgürlük, güven ve refah dengesi üzerine kurulu, bu değerlerin hiç birini diğerine feda etmeyen bir anlayışla hazırlanacak bir yeni anayasa toplum yapımızı siyasi, sosyal, iktisadi ve kültürel bakımından bir bütünlük içinde sarıp sarmalayarak geleceğe taşıyacaktır. Bu noktadan hareketle denilebilir ki insanı yaşat ki devlet yaşasın ilkesinden hareketle insanın merkezinde konumlanmadığı bir devlet yapılanması sağlamlaştırılırken vatandaşının duygu ve düşünce dünyasında soyutlanmış anlayıştan uzaklaşılmalıdır. Yani devletin hedef ve değerleri ile vatandaşlarının hayattan beklentileri ve idealleri arasında mutlaka bir bağlantı kurulmalıdır. Bu bağlantının ana esaslarını ve çerçevesini çizen metin ise anayasa olmalıdır.
SON SÖZ OLARAK…
Bugün zor ve çetin bir süreçten geçen Türkiye’nin, tüm engelleri aşarak tarih sahnesindeki kutlu yoluna devam edebilmesi, Türk Milletinin değerlerine dayanan bir yönetim felsefesi ile politika üreterek bölgesinde ve dünyada söz ve eylem bütünlüğü içinde hareket etmesine bağlıdır. Türk toplumunun medeniyet tasavvurunun, insanların birbirinden bağımsız ve birbiriyle mücadele eden değil, karşılıklı bağımlılık ve yardımlaşma üzerine inşa edilen bir zihin yapısına dayandığı dikkati alındığında, umudumuz ve beklentimiz Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin milletiyle el ele vererek geleceğe emin adımlarla ilerleyeceği yönündedir.
Adınız Soyadınız
E-Posta
Girilecek rakam : 440547
Lütfen yukarıdaki rakamları yazınız.